Konuşan Bedenler ve Göçmenin Dilsizliği
 

Konuşan Bedenler ve Göçmenin Dilsizliği

“Az qurbânê la dinê

Gula Besni’ye wa binê

Fîstanî x’ay çin çinê

Barmâlâ mâlê minê”1

Konuştuğumuz dil, yalnızca günlük işlerimizi yapmamız için gerekli iletişim olanağını sunmakla kalmaz, aynı zamanda bir kültürün aktarım aracıdır. İçinde yaşadığımız dil, düşüncelerimizi ve kimliğimizi şekillendiren önemli bir unsurdur.


Bilişsel ve duygusal göç yıllar içinde tamamlanan bir süreçtir.

Göçmen, yaptığı mekansal yer değiştirmeyle beraber kendini farklı bir dilsel yapının içinde bulur. Bu dil artık bugüne kadar içinde güvenle yaşadığı alan değildir. Değişen dış gerçekliğiyle birlikte göçmenin iç dünyasında da değişim başlar. Ancak bu öyle somut bir değişim olmadığı için kendini günden güne hissettirecek; göçmen olarak, bazı sabahlar kalktığınızda birinin evinizdeki eşyaları baştan sona değiştirdiği, hatta belki sizin olmayan bir eve uyandığınız hissine kapılacaksınız. Bu söylediklerim abartılı gelebilir kiminize; fakat insan aklı, bilişsel ve duygusal süreçlerin karmaşıklığı göz önünde tutulduğunda daha anlaşılır olacaktır. Özellikle göçmenliğin ilk zamanlarında veya uyum süreci devam eden göçmenlerde bu tür durumlarla karşılaşmak mümkün. Örneğin kendi göç sürecimde, bir çoğunuza göre yeni sayılabilecek bir buçuk yıllık zaman diliminde, zaman zaman “ev” derken göç etmeden önce yaşadığım yerden bahsettiğimi farkederim.

Göçmen için dil öğrenimi kimi zaman anadilinin kaybı anlamını taşıyabilir. Bu durumda kişilerin direnç göstererek ait hissettikleri göçmen ağının dışına çıkmadıkları görülür. Göç edilen ülkenin dilini bilmememek, göçmenin dış gerçeklikten kaynaklanan pek çok kaygısını arttıracak; O’nu (yabancı) dile bağlı bir kimsesizliğin içinde tutacaktır.

By gifer.com Çekçe’de en sevdiğim sözcükler ay isimleri, örneğin ocak ayı “Leden”, buz anlamına gelir; kasım ayı “Listopad” yaprak dökümü demek !

Göç etmekle yaşanan dilin kaybı ve yerine yeni dilin konmaması daha büyük zorlukları beraberinde getirir. Hepimiz dilini “bilmediğimiz” bir anne ile büyürüz ancak aramızdaki bağ, sözsüz iletişim ve büyüme sürecinde gösterdiğimiz merak ile anadilimizi ediniriz. Bir başka dile göç ettiğimizde de benzer bir çabayı göstermek kendini dayatır. Göç edilen ülkenin dilini bilmememek, göçmenin dış gerçeklikten kaynaklanan pek çok kaygısını arttıracak; O’nu (yabancı) dile bağlı bir kimsesizliğin içinde tutacaktır. Tanıdıklıktan yoksun olmak, bir kafede ya da otobüste yanındakilerin sohbetine katılamamanın dışında çok daha belirsiz, bebekliğe özgü “güvende hissetmeme” duygusunu bulunduğu yerden çıkarıp getirecektir. Göçmenin dilsizliği sosyal, kültürel ve siyasal alanda ifade bulamamanın ötesinde, ruhsal bir boşluk yaratacaktır. Kişinin günlük ihtiyaçlarını karşılaması, işini tek bir sözcük dahi konuşmadan yapması mümkün olabilir. Ancak göç ettiği dilin içinde yeni kimliğini kurmadıkça yabancılık ve belirsizlik duyguları içini bulandırmayı sürdürecektir.

Dilsizlik, göçmenin yaşantısında kendini ifade edememe, duygularını uygun sözcüklerle anlatamama, duyguların birbirinden yeterince ayrışamaması gibi zorlukları da taşır.

Sağlık sorunları yaşayan pek çok göçmenin bir sağlık kurumuna başvurmaktan kaçındığı, ruh sağlığına ilişkin uygun tedavi yöntemlerine ulaşamadığı, tüm bu iletişim sorunlarına bağlı olarak da göçmen sağlığı sorunlarının yıllar içinde kronikleştiği görülmektedir.4 En yaygın ruh sağlığı sorunlarının (depresyon, anksiyete vb) tanı ve tedavisinin gecikmesi göçmenler için sorunları kronik hale getirmekle kalmıyor; zaman ve iş gücü kaybı gibi ekonomik sonuçlar da doğuruyor.

Bu durumu örneklemek için göçmenlerde sık görülen bir ruh sağlığı sorunu olarak somatizasyon konusunu ele alalım. Somatizasyon, duygu alanına ait olanın bedenselleştirilmesi anlamını taşır.3-7 Duygu ve düşünceleri düzenleyememenin bedensel ağrı ve acıya dönüştüğünü, bir anlamda ifade edilmeyeni bedenin anlattığını söyleyebiliriz. Bu konuda göçmenler üzerine yapılmış çalışmalar, uzun süre doğu toplumlarının somatizasona daha yatkın olduğunu ileri sürse de göçmen popülasyonu içinde her kültürde buna rastlandığını söyleyen çalışmalar da vardır.5 Bazı çalışmalar ise ruh sağlığı sorunlarına karşı etiketleyici bir tutumun hakim olduğu kültürlerde kişilerin ruh sağlığı sorunlarını bedenselleştirmesini akılcıl bulur.5

Almanya ve Türkiye de yaşayan, depresyon tanısı ile tedavisi yapılan, demografik özellikler (yaş, cinsiyet, eğitim durumu, sosyoekonomik düzey vb.) bakımından eşitlenmiş grupların somatizasyon (bedenselleştirme) eğilimleri karşılaştırıldığında göçmen grubun depresyon belirtilerini daha çok bedenselleştirdiği; yaşadıkları sağlık sorunlarını kötü hava, virüsler, yiyeceklerin sağlıklı olmaması ve dinlenme ihtiyacına bağladıkları görülmüştür.6 Türkiye’de tedavi edilen grubun ise depresyon belirtilerini fiziksel sağlıkları ile ilişkilendirmedikleri görülmüştür.

Ruh sağlığı sorunlarını bedenselleştiren kişilerin genellikle sindirim sorunları, kalp çarpıntısı (baş dönmesi), uyku problemlerinden yakındıkları; gösterdikleri depresif belirtiler bakımından ise Türkiye’deki gruptan farklı olarak;

1- Bitkinlik, zayıflık hissi,

2- Karında basınç, şişkinlik hissi,

3- Küçük olaylarda ani hiddetlenme,

4- İç sıkıntısı, bunaltı hissi,

5- Özellikle bacaklarda ağırlık ve yorgunluk,

6- Soğuğa karşı aşırı hassasiyet,

7- Ense, omuz ağrısı gibi durumlardan yakındıkları tespit edilmiştir.6

Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde göçmenlerin somatizasyon eğilimlerinin yapılan çalışmalarda yerel halktan daha yüksek düzeyde olduğu tespit edilmiştir.

Elbette dil becerileri somatizasyonun tek nedeni olarak gösterilemez ancak dil ve ifade becerileri düşük, orta yaş üstü, kadın örnekleminde daha yaygın olduğu görülmüştür. 3 Diğer risk faktörleri ise ileri yaş, boşanmış olmak ya da eşin ölümü, düşük bir sosyoekonomik seviyeden gelmek olarak sıralanmaktadır. Kültürel yapının yanı sıra göçmenlik statüsü, akültüratif stres (yeni kültüre uyum sürecine bağlı olarak yaşanan stres) ve kültüre uyum süreci somatik (bedensel) yakınmaların artmasını etkileyebilmektedir. Geride bıraktığı dilin yanına yeni dili ekleyen göçmenlerin ise yeni kültüre daha iyi uyum sağladıkları yapılan araştırmalarda görülmüştür.3-7

Akhtar’ın (2010) Göç ve Kimlik kitabında, göçmenin yeni bir kimlik edinme sürecine ilişkin en zorlu alan olarak işaret ettiği konu yine dil konusudur. Akhtar “Anadil, kişiyi yetiştiren kültürle kurulan en derin ve güvenilir bağdır. İçselleştirilmiş iyi nesnelerin en derindeki dilsel çekirdeği, annenin söylediği ninnilerde oluşmuştur.” der.2 Göçmenin biyopsikososyal dengesini yeni “yurdunda” sağlaması bu yeni dil dünyası içinde, kendine anadilindekine benzer bir “güvenli alan” yaratması ile kolaylaşacak gibi görünmektedir.

Yeni bir dil öğrenme macerasına geçmeden Anadolu Ninnilerini dinlemenizi öneririm. Bu da benim seçtiğim;  Firdevs Yağıcı -Nani Niyazi (Anadolu Ninnileri, 2006 Kalan Müzik)

Kaynaklar

1-Mehmet Kömür, Taw Dılo, İstanbul Kürt Enstitüsü Yayınları, (2003)

2-Salman Akhtar, Göç ve Kimlik, Odağ Psikanaliz ve Psikoterapi Eğitim Hizmetleri Yayınları, İzmir (2010)

3- Somatization in a primary care service for immigrants, Aragona, Massimiliano & Rovetta, Erica & Pucci, Daniela & Spoto, Jolanda & Villa, Anna. (2012)

4- Göçün Kadın ve Çocuk Sağlığına Etkisi, Kara P, Nazik E., Gümüşhane Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi, 2018

5- Somatizasyonda Kültürel ve Sosyolojik Faktörler, Şahin E. Müjgan Özen, A. Solmaz Türkcan, Ali Belene, Doğan Yeşilbursa, Erdal Yurt (2009)

6- Almanya’da Yaşayan Türkler’de Göçmen Olma’nın Depresyon ve somatik semptomlar Üzerine Etkisi, Derya İren Akbıyık, Ebru Güngör Mendel, M. Emin Önder, Clemens Cording

7- Somatization Among Persons with Turkish Origin: Results of the pretest of the German National Cohort Study, Morawa E, Draganob N, Jöckel K, Moebus S, Brandd T, Erim Y., 2017





Etiketler
Bir yorum yaz

İlgili Bloglar

Türkçe Terapi Garanti

100%

Memnuniyet Garantisi

Terapinin başarıyla tamamlayana kadar Türkçe Terapi ödemeleriniz bizimle güvende.